Ada’nın sahilinde birden ortaya çıkan korumasız bir insan, Adalılarda önce şaşkınlık uyandırır. Şaşkınlığın korkuya dönüşmesi an meselesidir. Adalılar, adanın ücra bir köşesindeki ahıra kapattıkları yabancıyı bir an önce unutmak, gündelik hayatlarına devam etmek isterler.
Öyle de yaparlar. Gündelik hayat, Armin Greder’in sembol yüklü çarpıcı çizgilerinden yansır: Bulaşık yıkayan kadının kambur sırtında yoğunlaşan karanlık, gülüp eğlenen erkeklerin pembe suratlarından akan aymazlık, kendilerinden küçük, zavallı bir arkadaşlarını sopalarla itekleyen çocukların gözlerine oturmuş acımasızlık…
Üzerinde çıplak insanlığından başka bir şey olmayan o yabancı gelene kadar adada gündelik yaşam böyledir. Unutmak isterken, gündüzleri kulaktan kulağa yayılan fısıltılarda dolaşan, geceleri kâbus olup üzerlerine çöken “öteki”ye karşı ummadık bir hızla kabaran öfke bu zeminden beslenir…
Evet, Ada, gündelik bir hikâye alışılmadık bir resimli kitap. Bugün, dünyanın gündemine oturan göçmen sorununa dair sarsıcı bir yorum ve insanlığa çağrı olarak okunabileceği gibi kötülüğün sıradanlığının resmedildiği bir sanat eseri olarak da ele alınabilir.
Hepimizin korunaklı bir alanı, bir adası var. İyi ki Armin Greder, yabancı ve farklı olanın tehdit unsuru olarak algılandığı, korumasız ve güçsüzse bertaraf edilmeye çalışıldığı bu karanlık dünyada vicdana da bir ses vermiş. Bu sesin yabancı denizlere açılan balıkçıdan gelmesi, eserin sembolik değerini daha da artırıyor.
Ama Greder, balıkçıyı hiç resmetmeyerek de bilinçli bir tercihte bulunuyor ve onun bir bedene kavuşturulması görevini, bu dünyanın hem kurbanı hem faili olan bize ve çocuklarımıza bırakıyor.
Yüzleşmek cesaret gerektiriyor. Ne var ki adalarımızın etrafına, hepimizi kötülükle baş başa bırakan kalın, aşılamaz duvarların örülmesinin önüne ancak yüzleşerek ve sorgulayarak geçebiliriz.
Ada, gündelik bir hikâye yediden yetmişe herkesi derinden sarsacak yaşsız bir resimli kitap, bir başyapıt.
Arka Kapak:
Bir sabah Adalılar sahilde bir adam buldular: Onlar gibi değildi…
Bize yabancı olan korku uyandırır. Peki korku ne zaman nefrete dönüşüp insanlıktan çıkar? En önemlisi de nasıl? Ödüllü sanatçı Armin Greder bu soruları yüzümüze ayna tutarak yanıtlıyor. Ada, yalnızca gündelik bir hikâye değil, her yaştan okurun ilgisini hak edecek kadar da gerçek!
“… insanın, yabancı olana varlık hakkı tanıma ve insani bir pratik sergilemedeki yetersizliğini hedef alan düşündürücü, zehir zemberek bir hiciv.” DIE ZEIT
“Armin Greder’in resimli kitap klasiği Ada büyük bir sanat eseri olmanın yanı sıra dünyanın gündemindeki göçmen tartışmasına dikkate değer bir yorum getiriyor.” Frankfurter Allgemeine
Armin Greder
İsviçre’de doğumlu yazar 1971’de Avustralya’ya göç etti. Burada grafiker olarak çalıştı ve bir yüksek okulda illüstrasyon ve dizayn dersleri verdi. Yazıp çizdiği eserleriyle Bologna Ragazzi Award gibi birçok uluslararası ödüle layık görülen tanınmış sanatçı, Peru’nun başkenti Lima’da yaşıyor. Armin Greder’in en önemli eseri Ada, bütün dünyada bir resimli kitap klasiği olarak değerlendiriliyor.
Konuk Yazar: Dursaliye Şahan dursaliyesahan99@gmail.com
Her mahallenin bir ana caddesi olur. Esnafın yan yana dizildiği, bankasından, postanesine kadar toplandığı bir çeşit merkez.
Bir de bölge sakinlerinin buluştuğu mekânlar vardır: Kahveler, kafeler, lokantalar. Elbette hepsi ticarethane zihniyeti ile kurulur. Fakat kaçınılmaz bir işlevleri daha vardır. O bölgenin sosyal yapısını fotoğraflamak gibi. O semtin kimliğini, karakterini, yaşamını seyretmek isteyenin önüne kare kare serilir.
Ben çay tiryakisiyim. İyi demlenmiş çay nerede bilirim. Çayın hası sokak aralarındaki kadınların hemen hiç girmediği erkek kahvelerindedir. Bir gün tadına bakmanızı öneririm. İnce belli bardaklarda servis edilen o çayı beş yıldızlı otellerde bile bulamazsınız. Ki, o çayın lezzeti sohbetlere de yansır. Samimi, içten, sizi yormaktan çok rahatlatan muhabbetlerin anahtarı o ince ayar demdedir.
Saray Karakuş Yüzlerce Sabah’ı yazmış.
Ali la Pax ile İdil Sönmez yönetmenliğini üstlenmiş.
Tam 22 oyuncunun rol aldığı Yüzlerce Sabah’ı
Millfield Tiyatrosunda seyrettik.
Londra’da yaşayan yaşlı bir göçmenle açılıyor perde.
Hani hep derler ya, her oyunun bir sorusu vardır. Çoğu zaman seyirciye göre değişir bu soru.
Oyunun sonunda aklımda bir soru olmadığını fark ettim.
Bizi, bize anlatmışlardı. Bilmediğimiz bir şey değildi aslında. Ama biz aşina olduğumuz çehremizi de her sabah aynada en az bir kez seyretmez miyiz?
Hayatlarımız, kültürümüz, göçmenliğimiz, gençliğimiz ve yaşlılığımız… Ayna olarak yüzümüze yansıdı işte.
Güzel miydi? Evet. Keyifle izledik.
Oyuncuları; (Grek Ryan, Onur Kupcu, Arda Afşar, Berta Sarıkaya, Sevgi Şenses, Derya Cino, Işık Akpınar, İnan Çiftçi, Gülhan Tetik, Ercan Boz, Fırat Sac, Eren Kaya, İdil Sönmez, Ali La Pax, Nurcan Şahin, Berna Sarıkaya, Hande Erel, Gülcan Ergisi, Hüseyin Köroğlu, Çiğdem Asar Karagöz ve Aygül Ağırgöl) tek tek kutluyorum.
Kuantum Tango; Kuantum Dünyasından Gerçek Dünyaya Bir Köprü kitabı, tangoyla ilgili bilmek isteyeceğiniz hemen her şeyi barındıran temel bir kılavuz kitap ve çok daha fazlası. 2019 yılı Aralık ayında okuyucuyla buluşan, Onur Kahveci’nin kitabı, tangoyla ilgilenen herkesin kütüphanesinde olmayı hak eden bir içeriğe sahip.
Kuantum Tango Kitabında Ne Bulacağım?
Kuantum Tango kitabı üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Arjantin tango dansının tarihsel kökeninden başlayarak, tangonun teknik yapısı, üzerinde yükseldiği edebi derinlik, tango müziği, müzisyenleri ve dansçılar için bir çekim merkezi olan milongalarda uyulması gereken kuralları kısaca ama belki de her dansçının bilmek isteyeceği kapsamda anlatıyor.
İkinci bölüm, kuantum tango fikrinin daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli kuantum bilgilerini içeriyor. Okuyan hemen herkesin anlayacağı bir açıklıkla yazılmış olan bu bölüm, kuantum dünyasına bir merhaba olarak düşünülebilir.
Üçüncü bölüm, kuantum dünyasından elde edilen verilerle tangonun yorumlanmasına ve tangoyu açıklamada kuantumdan yararlanılmasına yönelik bir pencere açıyor.
Kitap konu ilgililerinin yararlanabileceği bir kaynakça da barındırıyor.
Milonga Gelenekleri
Kitapta milonga gelenekleri başlığına yer verilmesi ayrıca sevindirici. Pek çok dansçının bir araya geldiği ve Arjantin tango yaptıkları milongalar için uyulması halinde bir aradalığı güçlendirecek temel bazı değerlerden bahsedilmesi sadece dans gecelerinin kalitesini önemsendiğinden ve herkesin rahatı için hazırlanmış görünüyor.
Bu başlıkta bahsedilen gelenekleri bir tabu olarak görmemek gerek. Bunun yerine dans gecelerinin keyfini artıracak bir tür rehber olarak bakılabilir.
Ayrıca dansa yeni başlayanlara özellikle ilk bölümün bütünlüğü içinde düşünüldüğünde oldukça yol gösterici olacaktır.
Kuantum Tangodan Açılan Pencere
Kuantum Tango, aslında birbirini hiç tanımasa da ve daha önce hiç beraber dans etmemiş olsa da çiftlerin önceden çalışılmamış bir koreografiyle ortaya koydukları o büyüleyici dansın sırlarına doğru bir dizi düşünceyi tartışır. Bu düşünceleri kuantumla ortaya atılan bir dizi fikirle paralelize ederek, Arjantin tangonun da daha iyi anlaşılabilmesi için bir rehber sunuyor.
Kitabın savı, sayfa 185’den iki alıntıyla özetlenebilir:
Bu alıntılardan ilki bir sorudur: “Arjantin tangoda dansçılar, içinde yaşadığımız dünyadaki kuantum nesneleri olarak yorumlanabilir mi?”
İkinci alıntıysa bir ortaklığa dikkat çeker:
“Geleneksel Arjantin tangonun temel ilkeleri ile Kuantum fiziğinin temel ilkeleri arasında büyük ölçüde örtüşme olduğunu gördük.”
İletişime Açık Bir Kitap
Kitabın dikkat çekici yanlarından birisi de özellikle Arjantin tango müziklerinden bahsedilen kısımda oluşturulan listelerin güncellenmeye açık oluşudur. Uzun yıllardır dans eden ve eğitmenlik yapan yazar Onur Kahveci’nin bu eserin meydana gelmesinde büyük katkısı olduğunu söylediği Özgür Kahveci’nin kendisi de milonga gecelerinde dj’lik yapmaktadır. Belki de bu nedenle kitaptan en çok yararlanacaklar, muhakkak ki, tango dj adayları ya da heveslileridir.
Yazar, müzik listelerine katkılar, kitapla ilgili yorum ve eleştiriler için tangoquantum@gmail.com maillini okurla paylaşıyor. Böylece gelişmeye ve güncellenmeye açık bir eser de ortaya koymuş oluyor.
Tüm tango severlerin ilgisini çekeceğini düşündüğüm Kuantum Tango kitabıyla ilgili yazımı kitabın bitişinde sorulan üç sorula yapmak istiyorum.
Praksis Müzik Grubu yeni şarkısı ‘Güzel Günler’i yayınladı. “Güzel günler ona yürümezsen sana gelmez” başlığıyla yayınlanan şarkı, YouTube, Spotify gibi dinleme platformlarından dinlenebiliyor.
2019 Eylül’de “Güzel Günlere Turne” şiarıyla yaptıkları turnede Türkiye’nin 20 ayrı yerinde bu şarkıyı seslendirdiklerini, aldıkları geri dönüşlerle şarkıyı güçlendirip kaydettiklerini ifade eden Praksis, neden böyle bir şarkıya ilişkin açıklamasını şöyle yapıyor: “Toplumsal mücadele külliyatına bir ‘güzel günler’ şarkısı da bizden! Güzel günlere dair beslenen umuda kombin bir kaynak şarkı… Güzel günler, ona yürümezsen sana gelmez”
Şarkının sözleri şöyle: Sorular var, sorunlar var, sorular Bizi bir fırtınaya iten sorular Biliriz biz, biliriz biz, biliriz Fırtınadan sonra hep güneş doğar Beklesek mi alışsak mı? Umutsuzluğa alışsak mı? Biliriz biz, biliriz biz, biliriz Fırtınadan sonra hep güneş doğar
Praksis Müzik Grubu, 2012’de kuruldu. Mitinglerde, grevlerde, eylemlerde yüzlerce konser verdi. Türkiye, Kıbrıs, Almanya ve Hollanda’nın çeşitli şehirlerine turneler düzenledi.
Gezi İsyanı’nda “halkı müzikle dinamik tutmak”.Şimdiye dek 3 albüm (Sokaklarda İsyan Var, Kavga Devam Ediyor, Tekmeye Kafa) ve 4 ‘single’ (Meçhul Öğrenci Anıtı, Açlık Çoğunluktadır, Grup Yorum için Bir Dağ Türküsü, Güzel Günler) yayınladı. praksismuzik.com
Sonsuz sanat kendisini sonlu bir sanatın içinde var edeceğini bizlere duyurdu. Duyanlar olarak şahitliğimizi yerine getirmek için ilk adımımızı attık. 06/02/2020 – 07/04/2020 tarihleri arasında “Bir Devrin Malzeme Üzerinde Bıraktığı İzler” sergisi Endless Art Taksim’de.
Bakıldığında malzemenin kendisi biz değil miyiz? Kendi malzememizdeki izleri göstermek ve ortak izleri anlamak için sergide olmaya gayret edin lütfen. Sanat, üç merkezli insanı kısa ancak güçlü izlenimler ile besleyen bir alan. Koku gibi, güçlü bir hatırlatıcı. Detayları Sanat Direktörü Başak İlhan’dan iletiyorum.
Sergide tuval resimleri, heykeller, gravür, serigrafi baskılar vb. çeşitli teknikler ile üretilmiş sanat eserlerini irdelerken, aralarında Hanefi Yeter, M. Sadık Altınok, Memiş Aslan, Süleyman Saim Tekcan ve Tamer Başoğlu’nun da bulunduğu bu beş kadim sanatçının malzemeyi teknik, yöntem ve üslupla nasıl harmanladıklarını tecrübe edeceğiz.
6 Şubat 2020 Perşembe günü, saat 18:00’de açılışı İstanbul Endless Art Taksim’de gerçekleşecek olan sergiyi sanatseverler yaklaşık iki ay süreyle takip edebilecek. Bu beş değerli sanatçıyı ve bir devrin malzeme ile dansının yansımalarını bir araya getirmenin haklı gururunu yaşadığımız sergide, siz değerli sanatseverler ile bir araya gelmekten de ayrıca mutluluk duyacağız.
allaturca ve 3dots’un ortaklığıyla 17-19 Temmuz 2020 tarihleri arasında gerçekleşecek 4. Bozcaada Caz Festivali’nin İlk Avantajlı Dönem biletleri kısa sürede tükendi! Bu yıl da yaz mevsiminin en çok konuşulacak müzik etkinliklerinden biri olacak Bozcaada Caz Festivali, doğa ve gastronomi tutkunlarına seslenen programıyla da alternatif tatil arayanların adresi olacak. Festivalin Erken Dönem biletlerinin satışı ise biletix’te sürüyor.
allaturca ve 3dots’un ortaklığıyla bu yıl 4’üncüsü yapılacak Bozcaada Caz Festivali, 17-19 Temmuz 2020 tarihleri arasında Bozcaada’da gerçekleşecek. Açık hava enerjisi ile caz ve doğaçlama müziği buluşturan Bozcaada Caz Festivali’nin geçen hafta (28 Ocak) satışa çıkan İlk Avantajlı Dönem biletleri ise 3 gün içinde tükendi. Kaçıranlar için Erken Dönem biletleri ise biletix’te satışa sunuldu.
Bu yıl da cazın ustaları ile genç yetenekleri aynı sahnede ağırlayacak ve tatilini iyi müzik dinleyerek geçirmek isteyenlere unutamayacakları bir 3 gün yaşatacak olan Bozcaada Caz Festivali, adanın farklı noktalarında gerçekleşecek sürpriz konserleri, gastronomi ustaları eşliğinde yapılacak tadım deneyimleri, çocuklara özel atölyeler, beden odaklı çalışmalar ve Bozcaada keşif rotaları gibi yan etkinliklerden oluşan Keşif programıyla da, enerjisini tüm Bozcaada’ya yaymaya devam edecek.
Programı çok yakında açıklanacak olan ve biletleri haftalar öncesinde tükenen festival, 17-19 Temmuz 2020 tarihleri arasında 4. kez gerçekleşecek.
Cazın ustalarını Bozcaada’da ağırladı
2017’den beri Bozcaada’yı müzikseverlerin uğrak yeri haline getiren Bozcaada Caz Festivali, genç yaşına rağmen, Türkiye’nin önde gelen müzik etkinliklerinden birine dönüştü. Geçtiğimiz yıl, aralarında Londra Caz Festivali, Stockholm Caz Festivali, North Sea Jazz gibi önemli müzik etkinliklerinin de olduğu Avrupa Caz Ağı’na katılan ve adını uluslararası alanda da duyurmaya başlayan festival, bugüne kadar Yussef Dayes, Erik Truffaz, Erkan Oğur, Elif Çağlar, Volkan Öktem, Sarp Maden, Alp Ersönmez, Korhan Futacı, Birsen Tezer, İmer Demirer gibi bir çok usta ismi sahnesine konuk etti.
Erişilebilir ve çevre dostu festival
İnsana, hayvana ve çevreye saygılı, eşitlikçi politikalarıyla da dikkat çeken Bozcaada Caz Festivali, geri dönüşümle yeniden yapılandırdığı sahnesi ve alandaki atıkları en aza indirmeye yönelik örnek çalışmalarıyla, eğlence sektöründe ileri dönüşüm (upcycle) bilincini uyandırdı. Geçen yıl Erişilebilir Her Şey İnisiyatifi’nin desteği ile başlattığı ve fiziksel düzenlemelerden sosyal medya iletilerine dek, engellenen bireylerin festivale katılımlarını artırmaya yönelik attığı somut adımlarla da Türkiye’nin erişilebilir ilk festivali oldu.
Detaylı bilgi için: bozcaadacazfestivali.com
4. Bozcaada Caz Festivali 17-19 Temmuz 2020, Bozcaada Biletler: biletix.com Erken Dönem: 275 TL
İnsan vücudunda ortalama 100 trilyon hücre var. Her hücrede ortalama 100 trilyon atom var. Atomun %99,99’luk kısmı parçacıktan oluşmuyor. Ayrıca insan vücudunun ortalama %90’lık kısmı artık ayrı bir organ olarak kabul edilen mikrobiyom denilen mikroorganizmalardan oluşuyor.
Bu temel bilgilere bakınca, biz aslında biz miyiz demek geliyor insanın içinden…
Atomun çekirdeğinde pozitif yüklü proton, yüksüz olan nötron ve çevresinde negatif yüklü olan elektron bulunur. Elektron hem parçacık hem de dalga özelliği taşıdığından, Heisenberg Belirsizlik İlkesine göre elektronun çekirdek etrafındaki yeri belli değildir. Elektronların bulunma olasılığının olduğu bölgeler vardır. Bu bölgelere de elektron bulutu denir. Elektronlar negatif ve çekirdek pozitif elektrik yüklü olduğu halde elektronlar çekim kuvveti ile çekirdeğe düşmez. Bunun nedeni elektronların çekirdek çevresinde dönen bir tanecik şeklinde değil, bir dalga halinde bulunmasıdır.
Atomda boşluklar bulunmaz. Atom, mekaniksel dalga alanları ve kuvvet alanları ile doludur. Elektronlar ile çekirdek arasında elektromanyetik kuvvet alanı vardır. Bu elektromanyetik alan etkileşimi sayesinde atomlar birbirleri ile bağ yapar ve yaşam oluşur. Aynı şekilde atomun çekirdeğindeki boşlukların da içini dolduran kuvvet alanları bulunur. Bu nedenle çekirdekteki protonların hepsi pozitif elektrik yüküne sahip oldukları halde birbirlerini iterek çekirdeği parçalayamaz; çünkü çekirdekte elektrik kuvvetinden daha güçlü olan nükleer kuvvet alanı etkindir. Yani kuvvet alanları enerji taşır. Enerji ise kütleye karşılık gelir. Örneğin atom çekirdeğinde bulunan bütün kuarkları toplarsanız, çekirdeğin kütlesinin sadece %10’u yapar. Geriye kalan %90’lık kütle, atomdaki boşluğu dolduran kuvvet alanlarıdır. O halde atomlar boştur diyerek geçemeyiz. Boşluk, bundan çok daha büyük şeyler anlatır.
Kendi sesimizi duyarak içimizden kendimizle konuşuruz. Bir şeyi okurken, dinlerken, düşünürken ya da biri bize bir şey anlatırken zihnimizde bunun görüntülerini oluştururuz. Dikkat ederseniz bunlar tıpkı birer simülasyon gibidir. Zihnimizdeki bir şeyi canlandırırken bunu tekrar tüm frekansıyla yaşarız ve o olay zihnimizde o anda tekrar gerçekleşmiş olur. Tıpkı sanal gerçeklik ile oyun oynuyormuşuz gibi zihnimizdeki şeyin içine gireriz bir anda. Vücudumuz, her şey o anda gerçekleşiyormuş gibi tepkiler vermeye başlar. O zaman gerçekten farkı nedir bunun?
Düşündüğüm şeyler acaba başka herhangi bir yerde ya da zamanda gerçekleşiyor mudur, diye sormuşuzdur birçoğumuz kendimize. İçimizden, sessizce kendimizle konuşurken, sesimiz ne kadar gerçek geliyorsa bize, düşündüğümüz şeylerin de o kadar gerçek olma ihtimali var aslında. Kendi sesimize bu kadar tepki verirken, ondan bu kadar etkilenirken, bizi kontrol etmesine dahi izin verirken, düşündüğümüz şeylerle başka bir evrenin yaşamında işlemci olarak görev bile yapıyor olabiliriz.
Aslında maddeye baktığımızda hiçbir şeyin sadece kendisinden oluşmadığını ve olan şeylerin de bizim verdiğimiz anlamlar kadar anlam ifade ettiğini görürüz. Devasal bir her şeyin, devasal bir hiçliği gibi. O zaman aslında gerçek ne? Doğrular ne zamana kadar geçerliliğini korur? Ya da aslında dünyayı böyle cehenneme çevirmeye değecek kadar anlamlı mı yüklediğimiz anlamlar? Bildiğimizi sandığımız hiçbir şeyi evrenden edinmiyor da inandığımız kadar mı oluşturuyoruz aslında?!
Bana sorarsanız, uğraşıp emek verilerek gerçeğe dönüştürülecek ve keşfedilecek bu kadar çok şey varken, maddesel ve insansal anlamlarla boşalttığımız gerçek anlamları tekrar gün ışığında parlatmak gerek… Elimizdeki verileri incelediğimizde görülen şey şu ki, henüz noktanın noktasıyız hatta belki de daha küçük. Bu evren bir yazılımla çalışıyorsa ve hiçbir şey sandığımız kadar gerçek değilse peki bunu anladığımızda ne olurdu?! Her şeyi yine aynı yaşar ve aynı anlamları mı verirdik?! Benden bu kadar… Yorum sizlerin…
Frédéric Maupomé’un yazıp Stéphane Sénégas’nın resimlediği Duvar, oyun oynama hakları ve özgürlükleri kısıtlanan bir grup ufaklığın sergilediği ilham verici mücadeleyi ve dayanışmayı konu edinen, yaşsız bir eser. Ruhumuzun derinliklerine işleyen hikâyesi ve zihinlerde çarpıcı izler bırakan resimleriyle hiçbir kitapseverin kayıtsız kalamayacağı Duvar, hayatımızdaki çizgilerin, sınırların çoğu zaman bizim eserimiz olduğuna dikkat çekiyor, herkesi bu küçük ayrıntı üzerine düşünmeye davet ediyor. Her gün dünyanın farklı bir köşesinde yükselmeye başlayan ”gerçek” ya da ”gölge” çizgileri oyunun birleştirici gücüyle eleştirme yoluna giden bu evrensel hikâye, başkalarının dayattığı sınırlarda daha fazla oynamak istemeyen özgür ruhların sesi oluyor.
Başlangıçta, sadece bir çizgiydi. Zar zor fark ediliyordu… Ardından ”hiçbir şey”den, ”pek bir şey değil”e dönüştü. Sonrasında, bahçeyi yerden göğe bölen o incecik çizginin üzerinde yavaş yavaş bir duvar yükselmeye başladı. Oyun alanını ikiye bölen, en yüksek ağaçların boyunu bile geçen duvar büyüdükçe ufaklıkların oyunu küçüldü, dostlukları yok olmaya yüz tuttu. Oysa onları birleştiren yegâne şey oyundu ve kimsenin bunu onların elinden almaya hakkı yoktu…
Duvar, hayatımızdaki, aramızdaki ve yöremizdeki onlarca çizgiye inat, duvarları yıkmaya ant içmiş ufaklıkların umut tazeleyen hikâyesini anlatıyor.
Başkalarının dayattığı kurallara, çizdiği sınırlara boyun eğmeden yaşamak isteyen yüreklere su serpen bu birleştirici kitap, herkesi karşısına çıkan duvarları yıkmaya çağırıyor.
Duvar Resimli Kitap, 5 yaş ve üzeri Yazan: Frédéric Maupomé Resimleyen: Stéphane Sénégas Türkçeleştiren: Damla Kellecioğlu Fiyat: 39,00 TL Baskı Detayları: 52 sayfa, 1. hamur kâğıt, resimli, renkli baskı, sert kapak, 162,5×240 mm
Albert Camus, yirminci yüzyılın en önemli düşünce ve edebiyat kişilerinden biridir. Varoluşçuluğun önde gelen isimlerinden Camus, romanları yanında düşünce ekinine kattığı denemeleriyle de unutulmaz eserler bırakmıştır. Bu yazıda Camus’un Yaz kitabından bahsetmek ve onun Badem Ağaçları denemesinden bir kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne de olsa kara kışta badem ağaçlarıdır baharı müjdeleyen ve bunun anlatıldığı belki de en güzel metindir Camus’un Badem Ağaçları.
Yaz
Can Yayınları’nın Tahsin Yücel çevirisiyle, dilimize kazandırdığı ve Camus’un denemelerinden oluşan incecik bir kitaptır: Yaz. İçinde sekiz birbirinden etkileyici deneme bulunur. Dil ve düşünce yetkinliğiyle tam bir seyir zevki sunan bu kitap, içinde bulunduğumuz çağa ışık olabilecek niteliğiyle okurunda da yeniden ve yeniden okuma isteği yaratacaktır.
Denemeler okunurken benzer coğrafyanın, benzer durumlarına aşinalıkla bakmak mümkündür. Bu benzerlikler Camus’un zenginleştirdiği bir düşünce evreniyle bütünleşmekte ve yıllar geçse de tazeliğini korumaktadır.
Çağımızın bireyinin de içinde hissedeceği soru ve sorgulamalar Camus’un Akdeniz ışığıyla bir kere daha yıkanmakta, mitolojiyle beslenmekte ve bir yanıyla da Avrupa kültürünün handikaplarını işaret ederek okura sunulmaktadır.
Badem Ağaçları’ndan
Zemheride bembeyaz çiçeklenerek baharı müjdeleyecek badem ağaçlarından adını alan bu denemeden bir kısım umarım okurlarına da iyi gelecektir.
“Badem Ağaçları
Napoleon, Fontanes’a şöyle dermiş: “Şu dünyada en çok hayranlık duyduğum şey nedir, biliyor musunuz? Gücün herhangi bir şeyi kurmakta yetersiz kalması. Yalnız iki güç var dünyada: kılıç ile ruh. Kılıç sonunda her zaman ruha yenik düşer.”
Görüldüğü gibi, fatihler bazı bazı hüzünlüdür. Bunca boş şanın pahasını da ödemek gerekir biraz. Ama, yüzyıl önce, kılıç için doğru olan, bugün tank için aynı ölçüde doğru değil artık.Fatihler puan kazandılar ve parçalanmış bir Avrupa üzerine yıllar yılı tinsiz yerlerin donuk sessizliği yerleşti. Korkunç Flandr Savaşları zamanında, Hollandalı ressamlar çiftliklerindeki horozların resmini yapabilirlerdi belki. Aynı biçimde Yüz Yıl Savaşı da unutuldu, bununla birlikte, Silezyalı gizemcilerin duaları hâlâ birkaç gönülde yankılanmakta. Ama bugün iş değişti, ressam ve keşiş de silah altına alındı: Bu dünyaya bağlıyız. Tin, bir fatihin bile kendisine tanınmasını bildiği o krallara yaraşır güvenini yitirdi; şimdi, gücü dizginlemesini bilmediğinden, ona lanet yağdırarak yiyip bitiriyor kendini.
İyi insanlar, bunun bir hastalık olduğunu yineleyip duruyorlar. Bir hastalık mı, bilmiyoruz ama var olduğunu biliyoruz. Çıkarılacak sonuçsa, durumumuzu almamız gerektiği. O zaman ne istediğimizi bilmemiz yeter. İstediğimiz de artık hiçbir zaman kılıcın önünde eğilmemek, tinin hizmetine girmeyen güce bundan böyle hiçbir zaman hak vermemek.
Doğru, sonu olmayan bir iş bu. Ama biz de bunu sürdürmek için buradayız. İlerlemeyi de, herhangi bir tarih felsefesini benimseyecek ölçüde inanmıyorum usa. Hiç değilse, yazgılarına ilişkin bilinçlerinde insanların ilerlemeye hiç ara vermediklerini sanıyorum. Koşulumuzu aşamadık, gene de onu daha iyi tanıyoruz.
… Bu minval düşüncesini beslemeye devam ettikten sonra
“Ben Cezayir’de otururken, kış konusunda hep sabırlı davranırdım, çünkü, bilirdim ki, bir gecede, soğuk ve arı tek bir şubat gecesinde, Consuls Vadisi’nin badem ağaçları ak çiçeklerle kaplanacaktı. Sonra bu cılız karın tüm yağmurlara ve deniz yeline dayandığını görüp hayran kalırdım. Gene de her yıl direnirdi, ancak meyvesini hazırlamaya yetecek kadar.
Bu, bir simge değil. Mutluluğumuzu simgelerle kazanmayacağız. Bunun için daha ciddi olmak gerekir. Yalnız, bazı bazı, mutsuzluğuyla hâlâ ağzına kadar dolu olan bu Avrupa’da yaşamın yükü fazla ağırlaştığı zaman, nice güçlerin hâlâ el değmemiş durumda kaldığı bu göz kamaştırıcı ülkeye yöneldiğimi söylemek istiyorum. Onları öyle iyi tanıyorum ki, düşünümle gözüpekliğin dengelenebileceği gözde alan olduklarını bilmememe olanak yok. Sundukları örnek üzerine düşününce, tini kurtarmak istiyorsak, sızlanan yanlarını bilmezlikten gelip gücünü ve çekici yanlarını yüceltmek gerektiğini anlıyorum. Bu dünya mutsuzluklarla zehirlenmiş, üstelik bundan hoşlanır gibi. Nietzsche’nin ağırlık ruhu dediği şu derde düşmüş tümüyle. Ona el vermeyelim. Tine ağlamak boşuna, onun için çalışmak yeter.
Ama tinin fethedici erdemeleri nerede? Yine aynı Nietzsche ağırlık ruhunun can düşmanları olarak sıralamıştı bunları. Ona göre, bunlar bilgenin kişilik gücü, beğenisi, “dünya”sı, klasik mutluluğu, çetin gururu, soğuk yetingenliğidir. Bu erdemler her zamankinden çok daha fazla gereklidir ve herkes kendine uygun düşeni seçebilir. Ne olursa olsun, başlatılmış savaşın büyüklüğü karşısında, kişilik gücü unutulmamalı. Seçim kürsülerinde, kaş çatmalarla, tehditlerle bir aradan gideninden söz etmiyorum. Aklığın ve özsuyunun erdemiyle tüm deniz yellerine dayanmadan söz ediyorum. Dünyanın kışında meyveyi hazırlayacak güçtür o.” (1940)*
Kaynak
Badem Ağaçları: *Albert, Camus. Yaz. Çeviren: Tahsin Yücel. Can Yayınları, 10. Basım, 2017, İstanbul
Bilsart, 5 Şubat – 15 Şubat tarihleri arasında Mimiko’nun (Gözde Mimiko Türkkan) “Sedüksiyon” isimli solo sergisine ev sahipliği yapıyor.
Geleneksel cinsiyet algısı ve tanımları —yavaş ama emin adımlarla— kadın-erkek polaritesinin çok daha ötesini kapsayacak şekilde dönüşmekte.
Artık cinsiyet, doğumda atanan cinsiyetin, cinsiyet kimliğinin ve ifadesinin (kişinin kendini nasıl hissettiği ve ifade etmeyi seçtiği), sosyal ve yasal statü (beklentiler, görevler, yasaklar ve tabular) ve kişinin cinsel yöneliminin (cinsel ve duygusal olarak çekici bulunan taraf) akışkan bir birleşimi olarak tanımlanmakta ve bu geniş yelpazenin varlığı giderek daha görünür hale gelmekte.
Bu sırada, baştan çıkarıcı içerik yönünden yüklü ana akım eğlence şovları geçmişte kalmış ve de kalıplaşmış kadın, erkek ve transseksüel rollerini sahnelemeye devam ediyor gibi görünüyor.
Hem kadın hem de erkek (biyolojik veya algıdaki) bedenlerin performansları ve hareket kalıpları, ya karşı konulmaz baştan çıkarıcı kadına ya da onun taklidine işaret ediyor. Bu yönüyle tüm şov, kadın olarak algılanan ve / veya kendini kadın olarak tanımlayan bireylere doğru cinsel yönelimi olan seyirciye yönelik gibi.
Kadın-erkek polaritesi tarafından, çiftler ya da büyük kurumsal veya sosyal gruplar halinde birlikte izlenebilecek kadar ‘münasip’ olan bir gösteriye göre, erkeklere (biyolojik, görünüşe göre veya kendi kendini tanımlayan) cinsel yönelimi olan bireyler açısından baştan çıkarıcı ve teşvik edici bedenlerin eksik olduğu söylenebilir.
Tek istisna, aşırı derecede kaslı görünen —sosyal olarak inşa edilen ve küresel olarak ‘cis-erkek’ler için bir rol modeli olarak vurgulanan— bir beden tarafından, bir kadın bekarlığa veda partisinin parçası olarak gerçekleştirilen muğlak kostüm ve hareket kalıplarının teşhiridir.
Bu durum, aklımdaki durgun pek çok soruyu uyandırdı:
Neden müstakbel gelin ve arkadaşları için bir performans ortaya koyan ‘viril’ stereotipli bir beden, kadınlar arasında öforik ifadeler yerine kendinden yarı emin kahkahalara yol açıyor? İzleyici kadınlar arasında bu eylemde bir baştan çıkarılma hali yaşayan, bu eylemi gerçekleştirende bir baştan çıkarıcı rolü gören var mı?
Neden kadınların bekarlığa veda partileri, erkeklerin striptiz ve kucak dansı izleme ritüellerinin içi boşaltılmış, simetrik kopyaları gibidir? Erkeklerin sahip olduklarına benzer bir gücü satın almanın belki de tek fırsatı olduğu için mi? Eylemin kendisinin içinin boşalmış bir taklit olduğu kadar boş bir fırsat olduğu için mi?
Böylece daha da fazla soru ortaya çıkıyor:
Talebi yaratanlar, halen stereotiplere sıkışıp kalan ana akım izleyiciler mi?
Bu eğlence gösterileri kimin için? Cinsel yönelim açısından?
Talep eden kim? Müşteri kim?
Baştan çıkarılan kim?
Kesin olan bir şey var: Birbirinin içine geçmiş çeşitlilikteki bedenlerin tezahürüyle baştan çıkıyorum ve fazlasıyla cinsiyetlendirilmiş bir dünyada seyir halinde olan tüm bedenlere saygılarımı sunma arzusuyla hareket ediyorum.
SERGEN ŞEHİTOĞLU
GSV_SINGAPORE
19-29 Şubat, 2020
Sanat Konuşmaları: Sergen Şehitoğlu & Teo Jing Yi
19/02/2020
Bilsart, 19 Şubat – 29 Şubat tarihleri arasında Sergen Şehitoğlu’nun “GSV_Singapore” isimli solo sergisine ev sahipliği yapıyor.
2007 yılından bu yana İnternet kullanıcıları, Google Haritalar’ın ikonik sarı mandal-adam [pegman] figürüne atanan sürükle-bırak işlevi sayesinde, hâlihazırda bulundukları yerden farklı yerleri görebiliyorlar. Google Haritalar’daki Sokak Görünümü işlevi sayesinde, Sergen Şehitoğlu’nun Google Street View (GSV) (2019) serisindeki her çalışma, izleyicilerin sanatçının bakış açısından gördüğü farklı bir şehrin sokaklarında gezindiği rastgele bir “bırakış”la başlar. Şehitoğlu’nun ekrandaki yolculuğunun Singapur’daki tekrarı olan ve Bilsart’ta sergilenen GSV_Singapore (2019), serideki diğer tüm çalışmalar gibi, Sokak Görünümünü sağlayan dokuz gözlü Google kamerasının gölgesiyle birlikte en az bir insanı tek bir fotoğraf karesi içerisinde yakalamayı hedefler. Şehitoğlu’nun Singapur’daki gezisi, onu ve izleyiciyi, arabanın içinde ağlayan bir kadınla karşılaştırır. Şehitoğlu, söz konusu ikincil olay zincirinin bu ilgili öznesini araba sokak görünümlerinden kaybolana kadar takip eder. Bu gibi ekran hareketleri zincirleri, teknolojik olarak etkin günlük fonksiyonların derinliklerinde, kasvetli de olsa, olası anlatı olanaklarının ötesine geçer.
Videonun yanı sıra, Şehitoğlu’nun Singapur’daki gezintisinin bir anının ekran görüntüsü olan bir fotoğraf da sergilenmektedir. Bu yan yanalık, süreç ve son iş arasındaki ayrımı bulanıklaştırır: İş sürecinde hatırlatıcı bir not [aide-memoire] olarak işlev gören video, sanatçıyı, videonun bir yan ürünü gibi de görülebilecek fotoğrafa yönlendiren bir yardımcı olarak hizmet eder. Bu ekran kaydı sadece işi oluşturmakla kalmaz; aynı zamanda, işin kendisidir de. Uzun metrajlı bir film süresine sahip olan video, her dakika sanatçı tarafından her adımda verilen kararları ve dolambaçlı son kareyi bulma sürecini göstererek, eserin sanatçının bilgisi olmadan çoğaltılması olasılığını arttırır. Ekran, sanatçıyı izleyiciden ayıran zarsa; bize her iki tarafta da aynı görüntüyü göstereren GSV, bizi eserin temellerini sorgulamaya geri döndürür.
Teo Jing Yi
BİLSART hakkında:
Bilsar, video sanatının sergilenmesi için bir alan sağlamak amacıyla merkez binasının garajını kâr amacı gütmeyen, video sanatına odaklanan bir sanat mekânına dönüştürdü. 2018 yılından bu yana Bilsart, hem genç hem de deneyimli sanatçıların çağdaş video sanatı üretimlerini her 15 günde bir değişen bir programla sunmaktadır. Bu program, her sergide tek bir iş gösterme ilkesine dayanmaktadır. Bilsart’ın bu alana odaklanan bir kitaplığı da bulunmaktadır.
Bilsart, bu dinamik sergi programı kapsamında koleksiyoner seçkilerini, küratöryel projeleri, sanat kuruluşları/galerileriyle birlikte düzenlenen sergileri ve diğer çağdaş sanat disiplinleriyle paralel gösterimleri ağırlamaktadır. İstanbul’un çağdaş sanat rotasında konumlanan Bilsart, her sergiyi sergi üzerine gerçekleştirilen sanatçı konuşması etkinliğiyle açmakta ve tüm sanat konuşmalarını Bilsart Youtube kanalında arşivlemektedir.
Sergi programları ve etkinliklerimizden haberdar olmak için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip etmeyi ve bültenimize abone olmayı unutmayın!